Hemen Bize Ulaşabilirsiniz
Yayınlarımız Geri Dön
Yerel Sözlük

Yerel Sözlük

Yurdumuzun değişik yörelerinde bilinen, birçoğu da TDK sözlüklerinde yer alan aşağıdaki sözcük ve deyimler Derince Köyü, Milas/Muğla’dan derlenmiş ve öncelikli olarak da yörede hangi anlamlarda kullanıldıkları açıklanmaya çalışılmıştır. Dilbilimci olmadığımızdan, söz konusu sözcük ve deyimlerin doğruluğu ve kökenleri konusunda bilimsel bilgilerimiz bulunmamaktadır. Ancak, doğrusuyla yanlışıyla gelecek kuşaklara aktarılmalarını sağlayabilmede yararı olur düşüncesiyle burada yayınlamayı uygun gördük. Tanımlamasını da "Yerel Sözlük" olarak yapıverdik; "Yörük Sözlüğü" ya da "Türkmen Sözlüğü" de denilebilir bir bakıma...

 

Sözcük / Deyim Anlam Açıklaması
adı batasıca : "ölesice" anlamında bir deyim
adı belli : "değeri/fiyatı belli" anlamında bir deyim
ağı : zehir
ağız eğmek : zorda kalarak, dara düşerek istemek
ağmak, ağdırmak : iki tarafının eşit ağırlıkta olmasıyla dengeye gelen bir düzenekte hafif olan tarafın yukarı kalkması nedeniyle ağır olan tarafın aşağıya doğru sarkması
ağnanmak : eşek, at gibi hayvanların eyer/semer yerlerini kaşımak ve belki de parazitlerden kurtulmak için yerde yaptıkları sırt üzeri sağa sola yuvarlanma hareketi
ağzı pek : sır vermeyen, ketum
akbalık : kefal balığı
akbecik : bembeyaz, pırıl pırıl, apaçık bir biçimde
akıtma : sac üzerine akıtılan cıvık hamurun üstüne önce ot, peynir vb. ve sonrasında tekrar cıvık hamur dökülüp çevrilerek yapılan börek
akma : menengiç ağacının reçinesi
aktargeç : sac üzerinde pişirilen ekmeği, böreği çevirmeye yarayan, fırıncı küreğine benzer ve tek elle kullanılan yassı tahtadan yapılmış gereç
alaf : ateş, sıcaklık, alev
alampa : iri taş, elle tutulup atılabilecek büyüklükteki taş parçası
andırmak : anımsatmak, çağrıştırmak
anırmak : eşeğin arka arkaya bağırması
anız : ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap
annac / annec : karşı, karşı taraf, karşı cephe ("Annecime geçip bana bir sürü kötü söz söyledi." gibi)
apışmak / apışıp kalmak : bacakları açmak, büyük bir adımla ileriye ya da yana doğru meyillenmek / ne yapacağını kestirememek, şaşırmak (metafor)
arık : küçük su yoluna benzer fide dikilen topraktan kanallar
arlamak : verimsiz, yaramaz ya da gereksiz dallarını keserek ağacın dallı ve yapraklı bölümünü seyreltmek, temizlemek
: bulgur pilavı
avkılamak : avuçlayarak çitilemek, ovalamak, sıkıştırmak; (metafor: altına alarak bir kişiyi örselemek, hırpalamak)
avkırmak : avuçlayarak ufalamak, kırmak, ezmek; (metafor: altına alarak bir kişiyi örselemek, hırpalamak)
aynalı dolap : gardrop
azıcıkdan : az sonra ("Azıcıktan babam gelecek." gibi)
bakır : tenekeden yapılmış su kovası
balkan : balta girmemiş olarak tanımlanan, karmakarışık ve aynı zamanda sarp ormanlık alan
banım : bir öğünlük sulu yemek
banmak : bandırmak, batırmak, yemeğin suyuna ekmeği batırmak
barak : kertenkele
bardak : topraktan yapılmış küçük su testisi
barışmak : onuşmak; bir işin, bir alışverişin yapılması konusunda anlaşma yapmak ("Tarlayı barıştım (ortağa verdim)."gibi)
baylan : çıtkırıldım, dayanıksız, nazlı kimse
beddedek : aniden, saygısızca, dangalakça
belemek : boyamak, her yerine sürmek; (metafor: yerlerde sürünür duruma getirinceye kadar dövmek)
belermek : (gözleri) faltaşı gibi olmak ve bu biçimde öfkeli bakmak
belertmek : gözü iyice açarak bakmak (alt göz kapaklarını aşağı çekip bakmak, gözlerini belertmek)
bengildemek : şaşkınlıkla karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek, uykudan sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak
berenarı : gelişigüzel, üstünkörü, şöyle böyle, az çok, biraz
bertmek / bertilmek : (vücutta bir yer) incinmek, burkulmak, berelenmek
beslenki : evlatlık, hizmetçi
birinde : eskiden, oldukça önceki günlerden birisinde
borsamak / borsak : cinsel açlığını dışa vurmak, çiftleşmek istemek (hayvanlar için) / cinsel açlığını dışa vuran, çiftleşmek isteyen (hayvanlar için)
bozuk : (mevsim) sonbahar; bozulmuş olan
bön : saf, avanak, ahmak, afallamış, sersemlemiş
börtmek / börttürmek : haşlanmak, haşlanmış gibi pörsümek, sıcaktan çok etkilenmiş olmak, sıcaktan kıpkırmızı olup bunalmak / haşlamak
börttürme : sebze haşlanması (börülce börttürmesi gibi)
bulamaç : süt, un ve şeker ile yapılan cıvık kıvamlı bir tatlı
bulamak : bir şeyi un halindeki bir nesneyle kaplamak
buzmak, buymak : üşümek
bürlenmek : giyinmek, örtünmek / kapanmak
bürümcek, bürlengeç : örtü, büyük baş örtüsü, çarşaf vb.
bürümcekli : (kadın) kapalı, örtünmüş
canavar : kurt
canıma minnet : ortaya çıkan sonucun uygun görülmesi, benimsenmesi
cascavlak : ağaçsız, kel yer, çıplak yer
cımcırmak : çimdiklemek
cıngar : kavga, gürültü patırtı
cırık : civciv
çakmak taşı : kristalleşmiş beyaz doğal taş
çalgı / çalgıcı : düğün yapmaya yarayan cümbüş, keman gibi müzik aletleri / düğünlerde müzik aletlerini çalanlar
çalmak : sürmek ("Yüzüne krem çaldı." gibi); vurmak ("Bir tokat çaldım." gibi); hısızlık yapmak
çaykıma : çıvık hamur, çökelek ve çeşitli otların karışımıyla tepsi içinde fırında yapılan börek türü
çekişmek : karşılıklı inatlaşmak, birbiriyle ilgili olumsuz tavır ve davranış içinde olmak
çelenger : gezici hırsızlar, köyleri dolaşıp hırsızlık yapanlar
çelermek : yeşermek
çelik : kadınların saçlarını toplu tutmak amacıyla kullandıkları, kulakları açıkta bırakan küçük baş örtüsü
çember : yazma, yemeni
çemilemek / çemilenmek : kolları ve/veya paçaları sıvamak / hırsla işe koyulmak, işe başlamak
çemkirmek (toykurmak) : hiddetli bir şekilde eleştirmek, incitici sözler söylemek
çerçi : gezici köy satıcısı
çerçöp : ıvır zıvır şeyler
çıkın : küçük bohça, içinde erzak bulunan küçük bohça
çıkışma / çıkışmak : birinin üstüne gitmek, göz dağı vermeye çalışmak ("Babası çıkışınca susmak zorunda kaldı." gibi)
çılbır : yoğurtlu yumurta yemeği
çılgızsız : sınır tanımaz, cıvık davranışları nedeniye sınırları zorlayan, rahatsızlık veren
çımkı : en fazla serçe parmağı kalınlığında ve uzunca değnek
çımkırmak : hapşırmak, sümkürmek
çımkışma : ince uzun bir değnek ya da cisimle vurulan vücuttaki yerin hafif kızarması ya da kaparması
çımkıştırmak : ince uzun bir değnek ya da cisimle başkasına ya da bir hayvana şiddetli olmaksızın birden çok vurulması
çıngırdak : hayvanlara takılan küçük çan
çırgancık : ağustos böceği, cırcır böceği
çırgınmak : bağırmak, feryat etmek
çırpıştırmak : bir işi gelişi güzel halletmek; herhangi bir canlıya rastgele vurmak
çırpmak : silkmek, silkelemek; badanalamak
çıtlık : menengiç ağacı ve meyvesi
çıvmak / çıvgın : zıplamak, çok hızlı biçimde bir yerden başka yere geçmek / çok hareketli, ne yapacağı belli olmayan, aklına geleni yapan
çilbir : yular
çile : sıkıntı; yün, pamuk vb. iplik demeti; dış görünüş ("Koyunların çilesi iyi." gibi)
çilemek : serpiştirmek ("Yağmur çiliyor." gibi)
çintmek : ince ince doğramak, dilimlemek
çitim : üzüm salkımından koparılmış küçük parça
çitir : kıvırcık (çitir saç); küçük ve kıvırcık yapraklı bodur bir ağaç türü
çotağını çıkarmak : ağacın tüm dallarının kesip çıplak bırakmak; kolunu kandını kırarcasına birini dövmek
çotak / çotamak : tüm dalları, kolları kesilmiş olan / ağacın tüm dallarının kesilip çıplak bırakılması; kolunu kandını kırarcasına birini dövmek
çömçöm : küçük ve pembe renkli bir tür kertenkele 
çöpelli : hoş görülmeyen, karışık konularla ilintisi olan kimse; içine çöp parçaları karışmış sıvı
dadarsız : kaba, dengesiz, yeteneksiz (insanlar için kullanılan "Eşek (dadarsız) adam." gibi)
dalamak : bir nesnenin vucutta kaparmaya, kızartıya neden olması ("Isırgan otu elimi daladı." gibi); bir kişinin kızgınlığını çevresindeki insanlara yansıtması
dalgan : ısırgan otu
dam : hapishane; çeşitli alet ve malzemelerin konulduğu, hayvanların kapatıldığı basit bina; evin çatısı
darı : mısır
dasdar : çok dar
davulunun önünde oynanmaz : bir dediği diğerini tutmayan, çabuk ve kolay fikir değiştiren ("Onun davulunun önünde oynanmaz." gibi)
davun : baş belası, dert (insanlar için; "Bu adam başımın davunu." gibi)
davuştu : bir yerde insan bulunduğunun belirtisi olan ve yakın mesafeden duyulabilen sesler, hafif gürültüler
dayak : payanda
dayak atmak : dövmek
delice : yabani zeytin ağacı
delimen tersimen : ne yaptığını bilmez durumda olan
delimsirek : akılsızca, delicesine
dellah olmak : izinsiz ve beklenmedik bir biçimde girmek, gitmek, davranmak
demediği bırakmamak : ağzına geleni söylemek
demişek : yaramaz, şımarık
desdümbek : darbuka
deşinmek : bulunduğu yeri eşelemek, deşelemek
deştiman : köy bekçisi, korucu
devrilmek : yan yatmak, yatar pozisyonda oturmak (insanlar için; "Sobanın arkasına devrilivermiştim; uyuyakalmışım." gibi)
dıggı yarabbi : "bıktım, usandım" anlamında bir deyim
dığan : tava
dıkılmak : peşine takılmak, inatla kovalamak
dıkım : ekmek ve yemeğin birlikte bulunduğu lokma
dımdızlak : hiçbir şeyin bulunmadığı, bomboş
dibek : içinde buğday, kahve vs. ufalanan, öğütülen kova şeklindeki genellikle ahşap ya da taş aygıt
dikme : zeytin fidanı
dilme : dilimlenir biçimde üzerinde kesikler oluşturulmuş zeytin; uzun dikdörtgen şeklindeki tahta parçası
dilmek : dilimlere ayıracakmış gibi derin olmayan kesikler oluşturmak
dirgen : harmanda sapları bir yerden başka yere atmaya yarayan, kürek boyutundaki çatala benzer alet
ditmek : didik didik etmek, liflerine ayırmak
dolman : toprağın yüzeye yakım bölümünde yetişen patates benzeri yenilebilir bir tür mantar
dölek : ham kavun
dumağı : nezle, soğuk algınlığı
düdük gibi : dar, küçük
dümbürdüdük : bozuk, kullanışsız; alay konusu edilebilecek kadar eğreti
düve : doğurmamış dişi sığır
düver : kalın ağaç direk, ağaçtan kiriş
efil efil : serin ve havadar
eğlenmek : bir kişinin bir kusuru ya da zayıflığı ile dalga geçmek, körlük etmek; bir yerde durmak, beklemek, oyalanmak; neşeli, hoşça zaman geçirmek
el nasırı olmak : kendisiyle ilgilenmek istemeyen birilerinin bakımına muhtaç kalmak, yük olmak
elmalık : eski evlerde odaların duvarlarına çepeçevre yapılan, tencere ve tabakların sıra sıra konulduğu tavana yakın süslü raf
elüş : elbirliği
ende : elindeki, yanındaki
erinmek : üşenmek
esereli : hastalıklı
eski : kurulama bezi, el bezi
etmediğini bırakmamak : elinden gelen her türlü zorluğu çıkarmak, kötülük yapmak
evermek : evlendirmek
evinli / evinsiz : özlü, dolgun, içi dolu, anlamlı / özü olmayan, dolgun olmayan, içi boş, anlamsız
eyyak : "pis", "kötü kokulu" anlamlarında tepkisel söz
fısık : havası sönük (havası kaçmış lastik gibi)
fışkı : hayvan dışkısı
fıydırmak : ileriye atmak, fırlatmak
fıykırık : parmaklar ve dudakların birlikte kullanılması yoluyla çıkarılan yüksek tonlu ıslık sesi, güçlü ıslık
fıymak : tüymek
fiske : lokma tatlısı
fistan : diz altı ya da daha aşağıya değin uzanan kadın elbisesi
fişdeklemek : bir kişiyi başka bir kişiye karşı kışkırtmak
fişmek : oyun bozanlık yapmak (çocuk dili)
gadit kalmak : muhtaç duruma düşmek
gagga : yumurta (çocuk dili)
galgımak : oynamak, zıplamak, çok sinirlenme ya da şok geçirme dolayısıyla bilinçsizce çırpınmak
galle : temel malzemesi parçalara ayrılmış patlıcan ya da kabak ile yağ olan yemek
gamatayı basmak : fırça atmak, sert sözlerle uyarmak, azarlamak
gamış : sürahi
gamışmak (gameşmek) : ağzının suyu akmak, yüzünü buruşturmak (limon yiyen adamı görünce dişleri gameşmek)
garmak : doyduktan, doyuma ulaştıktan sonra önünde/elinde kalanı yenemez ya da yaramaz duruma getirmek (genellikle hayvanlar için kullanılır)
gaşak : kaşağı
gavlanmak : derisi, kabuğu, ön yüzü güneşten ya da ateşten zarar görmek
gayaf (kayaf) : kabzımal
gayar / gayarlamak : küfür / küfretmek
gayıl (olmak, gelmek) : razı (olmak, gelmek), istemese de kabul etmek
gayneşik (gaynaşık) : yaramaz, ele avuca sığmaz
gaysık (gaysak) : kart, taze olmayan, pörsümüş
gazel : sonbaharda kuruyup dökülen ağaç yaprakları
gelber : inşaat harcı karmaya yarayan kürek boyutundaki geniş ağızlı, uzun saplı çapa
gelin alma günü : Perşembe
gen : ekilmemiş ya da ekilemez tarım toprağı
gevrek : simit
gıldırgıcık : önemsiz, değersiz
gırnap : sağlam ip, ketenden yapılmış ip
gıygı : keman
gıynatmak : kapıyı tam kapatmayıp azıcık aralık bırakmak
gicimek / gicinmek : vücutta kaşınma isteğinin oluşması (sırtım gicindi gibi) / argo olarak da kullanılır ("Sen çok gicindin, doğru dur, döverim." gibi)
gidişik / gidişmek : kaşıntı / kaşınmak
girme : kaplıca, ılıca
gorçunlamak : temizleyip yiyilebilir duruma getirmek (kuzunun işkembesini gorcunlamak gibi)
gork : kuluçkaya yatmış kümes hayvanı
gork basmak : kümes hayvanının kuluçkaya yatması
gök : olgunlaşmamış, ham meyve
gön : deri
göncü : ayakkabı tamircisi, elde ayakkabı diken; ayakkabı satıcısı
gubat : kaba, eğreti, bön
gudubet : yarayışlı olmayan, istenmeyen, sevimsiz
gum gum etmek (yapmak) : su ya da başka bir sıvıyı ağızda hızlıca hareket ettirmek, ağızı çalkalamak
gübbedek : beklenmedik biçimde, aniden ("Yolda yürürken gübbedek düştü.", "Gübbedek gelip yanımıza oturdu." gibi)
güme : çalılardan yapılan gölgelik ya da saklanma yeri
günülemek : kıskanmak
gürdeşmek : etrafa rahasızlık verici sesler çıkararak oynaşmak, şakalaşmak
ha yaa / he yaa : "evet", "söylediğine katılıyorum" anlamında
halka : susamsız kalın ve yumuşak simit; geometrik olarak daireye benzeyen
halyoluna koymak : düzenlemek, düzeltmek
hamıt (hamut) : pulluk ya da arabaya koşulan hayvanların boynuna geçirilen ve çekim iplerinin bağlı olduğu nesne; devenin semeri
hampa / hampacı : bedava / bedavacı
hamursuz : mayalanmamış hamurdan sacda yapılan ekmek
haphapa gelmek : birden bire karşılaşmak, umulmayan bir anda karşı karşıya gelmek
haranlı : kazandan küçük içi kalaylı tencere
harım : etrafı derme çatma duvar, çit vb. ile çevrili küçük sebze, meyve bahçesi
harın : doymaz, doyumsuz, obur
hatıl : yığma binalarda çatının ve ahşap birinci kat tabanının yatay taşıyıcı direği
havıt : doğal ortamda akan suyun önüne belli ölçüde set çekilerek kullanım için birikmesini sağlamak üzere oluşturulan küçük havza
havkırmak : havlamak
havrız : metal çömlek
hayat : evin avlusu
hayta : serseri, başıboş gezen
hayvan yaymak : hayvan otlatmak
hınkırmak : burnunu temizlemek için şiddetlice sümkürmek
hiçinsemek : değer vermemek
hobazırmak : kanı bitlenmek, kendini bir şey sanmaya başlamak
hora geçmek : işe yaramak, istenilir olmak
hökenli : rahat nefes alıp veremeyen insan (astımlı)
humen : beyaz patiska kumaşı
ılı : ürpertici, korku veren
ımsık : sümsük, sünepe
ımzamak / ımzamış : yemeğin bozulması / bozulmuş (yemek)
ırak : uzak
ırgalamak : toprağa dikili ya da durağan bir nesneyi sallamak; etkilemek (metafor: "Bu durum beni ırgalamaz / etkilemez." gibi)
ısıran : sac üzerinde pişen ekmeği, böreği çevirmeye ya da hamur teknesini sıyırmaya yarayan el aracı
ikircikli : kararsız, arada kalmış
ilenç : beddua
ille : ısrarla, zorla
iltirse : arpacık
immana : bir sürü, pek çok, birçok
in : çukur, mağara
ingasdan : yalancıktan
ini : kocanın erkek kardeşi
ireng etmek : iş kesmek, eziyet etmek, cefa çektirmek
irim : çalılıkların arasından geçen ıssız, kuytu patika
irim şeytanı : sinsi, tehlikeli, sevimsiz insan
isbirte : kibrit
işlik : gömlek
kaba : iri taze incir; poponun herbir yanı; nezaketsiz
kakılı :
bol miktarda, gereğinden fazla, dolu
kakınç (takaza etmek) : başının etini yemek, sürekli önüne koymak
kaktırmak / kakmak : ittirmek
kalk gidelim akıllı : uçarı, her söylenene kanan
kansırık : çıkarılan balgam
kansırmak : boğazı temizleyerek tükürmek
kaput : büyük palto
katı kayıp : gelecek zor günler için saklama
katımak : donup kalmak, kaskatı kesilmek; üşümek
katır tırnağı : salep bitkisinin çok bulunan bir türü
kattak : yürürken deve gibi ileri geri sallanma
kaydırma (salındırma) : yağmur ve güneşten korunmak için oluşturulan, en az iki tarafı açık ve üstü kiremit vs. ile kapatılmış yer, sundurma
kaykılmak : arkaya doğru iyice yaslanmak, yayılmak
kaynatma : yayvan ve içi kalaylı kazan
kayrak : insan gücüyle kaldırılıp taşınabilen yassı taş
kaytarmak : yapılacak iş varken ortadan kaybolmak
keh : kenar, köşe, uç
kel : kem, kötü; saçları olmayan; üzerinde ağaç olmayan arazi
keletir : kargı ya da hayıttan yapılmış iki kulplu büyük sepet
kelli : öyleyse, bundan böyle, bu aşamadan sonra anlamında bir söz ("Sen istedikten kelli, ben dağları deviririm." gibi)
keme : fare
kerkmek : birisine (bir şeye) rahatsızlık verici bir biçimde dayanmak
kertik : katı bir nesne oluşturulan çizik, iz, küçük çukur
kesme : zeytin ağacından budanan dallar
kevki : tas olarak kullanılan su kabağı
kevkik / kevkmiş : eğri, yamuk konumda duran, yerine oturmamış ("Tencerenin kapağı kevkik/kevkmiş." gibi)
kıkırdak (kikirdek) : gevrek gevrek gülen
kıkırdamak (kikirdemek) : gevrek gevrek gülmek
kıpırdak : kıpır kıpır, hareketli
kıran : hastalık, dert, bela
kıranlı : başa bela, dert getiren kişi
kırık : sevgili
kırık kırtık : ayrıntı sayılabilecek önemsiz şeyler, ayrıca adının belirtilmesine gerek görülmeyen, öte beri
kırkmak : tüy, saç, bez kesmek
kırktokmak : bir tür çökelek
kısınmak : eldeki varlıkları tutumlu kullanmak, az tüketmeye çabalamak
kısmak : azaltmak
kıstırmak : etrafını çevreleyerek kaçamayacak duruma getirmek, dar alanda bırakmak; iki taraflı sıkıştırmak
kıyıya dayamak : yapabilme, başarabilme gücü bırakmamak
kıyıya dayanmak : yapabilme, başarabilme gücü kalmamak
kızan : çocuk
kilit : tarlada sulamayı kolaylaştırmak için yapılan bölümlerden herbiri; bir yere girişi engelleyen aygıt
kiren : kızıl toprak
kişelemek / kişlemek : kovalamak ("Avluya giren tavukları kişeledim." gibi)
kopil : küçük
koruk : olmamış, ham üzüm
koşum(lar) : saban ya da fayton ile hayvanın bağlantısını sağlayan aygıtlar
koygun : iyice yer edinmiş, ağırlığını koymuş, güçlü, koyu
körlük (etmek) : eziyet (etmek), dalga geçmek
kötürüm : bacaklarındaki sakatlık nedeniyle yürüyemeyen
köz : kor
kulunç : kürek kemiği üzerindeki kasların ağrıması durumu
kupa : büyükçe çay bardağı, saplı su bardağı
kurcalamak : karıştırmak, orasını burasını oynamak
kursağı kaynamak : midesi ekşimek
kurum : is, isin kalıntısı
kurumsamak : canı istemek
kuskun : eğer ya da semerin öne kaymasını engellemek için eşeğin/atın kuyruk altından dolanan eğere, semere bağlı yatay kordon
kuyruklu : akrep
küldürüm : gök gürlemesi
küllük : evin avlusunda ya da sokakta çöplerin döküldüğü, toplandığı köşe, çöplük
küllür : sacda yapılan tabak büyüklüğündeki yuvarlak ve yassı ekmek
külüstür : harap, eski, her yeri dökülen
künk : toprak ya da metal su borusu
kürbet : bağ, bahçelerde dört direk üzerine kurulan ve genelikle üzerinde yatılan ahşap teras
küskü (tüskü) : kapı sürgüsü; demir kazık
lav lav : boş laf
lavgar : geveze, boş konuşan
lellenki : mücber
lombadak : tepeden inme
macca : iltihaplı yara
mal : büyükbaş hayvan
mataf : yapılan bir eylem sonucu ortaya çıkarılan şey, sonuç (metafor: "Matafını görelim." gibi)
mavrı : buruk, ekşi, kekremsi tat
mayasıl : hemoroid
menculus : topluluk, bir tören için bir araya gelmiş insanlar
mıccık : elinden iş çıkmayan, beceriksiz
mıhlama : yumurtalı soğan kavurması
mırın gırın etmek : söylenip durmak
mıymıntı : karşısındakinin sabrını tüketecek kadar yavaş eylem ya da söylemde bulunan
murt / murtdan : beleş, bedava / bedavadan, beklenmeden gelen
muş olmak : berabere kalmak, yenişememek
muştu : müjde, güzel haber
muştuluk : güzel haber getirene verilen hediye
naha : mutlaka olması istenen olumsuz şeylerden önce söylenen bir söz
namazla : seccade
neh : söyleneni/yapılanı hiddetle reddettiğini göstermek için kullanılan söz ("Neh sana (Al sana)." gibi)
nehlemek : söyleneni/yapılanı hiddetle reddetmek, değersizleştirmeye yönelik davranış
nevil nevil : fıldır fıldır ("Gözleri nevil nevil dönüyor." gibi)
okuntu : komşu ve tanıdıkları düğüne davet etmek için gönderilen (lokum, havlu vs.) hediye, düğün davetiyesi
omca : asma haline gelmemiş üzüm ağaçlarından herbiri
onmak : berekete ve refaha kavuşmak
onmaz : berekete ve refaha kavuşamaz
onulmaz : derman bulunamaz
onuşmak : aradaki dargınlığı bitirip bir araya gelmek, barışmak
öcü : küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayali yaratık
ödü sıdmak : ödü kopmak, ödü patlamak, çok korkmak
ödünce gitme : daha sonra kendi işine yardım karşılığında başkasının işine gitme
öl : toprağın nemi
ölgülük : ölü evinde toplanma, ölü evine gitme
önlük : evin girişinde bulunan, etrafı açık oda büyüklüğündeki alan, zemin terası
öteki köy : ahiret
öten(g) : geçen gün
pahal : elinden geldiği halde işi yapmayan, savsaklayan
palandız : lahana ve karnabaharın kesilmesinden sonra yerde kalan kök bölümünde oluşan süvgün, filiz
palaspandıras : apar topar, telaş içinde
paldım : eğeri, semeri belinin altından eşeğe, ata bağlayan bağ
parpı / parpılamak : darbe, ağır söz / közde hafif pişirmek, közlemek; dövmek, hakaret etmek
parsıldamak : çırpınarak inlemek
parsımak : pörsümmek, solmak, ezilmek, diriliğini yitirmek
partal : iyice yıpranıp yırtılmış, parçalanmak üzere olan (partal çuval, partal elbise)
patdadak : bir sözü aniden ve biraz da tersçe söylemek
pepe (kekeme) : dudak sesleriyle başlayan sözcüklerin ilk seslerini güçlükle söyleyen ve ancak birkaç kez yineledikten sonra arkasını getirebilen (kimse), pepeme.
perdon : şaşkınlık ve aynı zamanda istemeyerek kabulleniş durumunda öfkeyle söylenen söz
pes'inen perdon : yenilgi, şaşkınlık ve aynı zamanda istemeyerek kabulleniş durumunda öfkeyle söylenen söz
peşkir : havlu
pırçak / pırçamak : buruşuk / buruşmak
pısmak : sinmek
posraflamak : elden ayaktan düşmek
pörsümek / pörsük : derisi buruşmak, solmak; tazeliğini yitirmek / derisi buruşuk, solmuş; tazeliğini yitirmiş
sahanlık : merdivenin alt ve üst bölümlerindeki boş alan
sakıramak : titremek
salındırma (kaydırma) : yağmur ve güneşten korunmak için oluşturulan, en az iki tarafı açık ve üstü kiremit vs. ile kapatılmış yer
samıt : kulağı duymayan, sağır; duyarsız
samra / samralık : organik gübre / hayvan dışkılarının biriktirildiği yer
sapansız : tutarsız ve düzensiz davranışlar gösteren, saçmalayan
sapır supur : ilgisiz, rastgele
sapıtmak : olağanın dışında davranışlar göstermek, şaşırmak
sarıbalık : sazan
sefte : ilk olan
sıdırma : gerek kuvvet göstererek, gerek korkutarak caydırma; yağda pişirilen yumurta
sıdmak : patlamak, kopmak ("Ödüm sıddı." gibi)
sırtarmak : terslemek, azarlamak
sıtkı sıyrılmak : soğumak, gücenmek, gözünden düşmek
sıtratsız : suratsız, çirkin, sevimsiz
sıygın : rüzgarın etkisiyle saçak altına ulaşan yağmur damlaları
sıyırtmak / sıyırttırmak : belli belirsiz değerek geçmek
sıyma (dilme) : dilimlenir biçimde üzerinde kesikler oluşturulmuş zeytin
sıymak : arpanın, buğdayın kaşıntı ve vücutta kaparmaya neden olması; kedi, köpek gibi hayvanların işeme hareketi
sinmek : saklanmak, sakin durmak, korkmak
sokum : lokma
soluk (nefes) darlığı : astım
söbe : oval, ovalleşmiş, şiş şiş
susak : gelip geçenin su içmesi için su kaynaklarına, pınarlara konulan tahtadan ya da asma kabağından yapılmış su tası
suya girinmek : banyo yapmak
sümsük : yaltaklanan, uyuşuk, beceriksiz
sündürmek / sünmek : çekip uzatmak, yere yapışır duruma getirmek / bulunduğu yere yapışmış gibi, hareketsiz yatma
sünepe : sindirilmiş, halsiz, üstü başı dökük
süsmek : tos yapmak, toslamak
süven : insan boyuna yakın uzunlukta ve bilek kalınlığında odun parçası
süvgün (sürgün) : ağaçta, bitkide kesilen dallarının yanından yeni çıkan dallar
süymek : (bitki) göz vermek, yeşermek, gelişip büyümek
şatır : şirin, sevimli çocuk ya da genç kadın
şatır şoppak : kendisini nitelikli, iyi, güzel gördüğü ima edilen kişinin yüzüne karşı ya da gıyabında öyle olmadığını belirtmek için söylenen söz
şavk : ışık, ışık vermek
şırkmak : düzeltilmesi zor hale getirmek; aşırı dövmek, kolunu kanadını kırmak, dermansız hale getirmek
şıvşak : zorda kaldığında kolayca taraf değiştiren, ortadan kaybolan, kaçak güreşen, sıvışan, sıyrılan
şibil : göz çapağı
takaza etmek (kakınç) : başının etini yemek, sürekli önüne koymak
takılaşmak : husumet bağlamak, sataşmak
takkabak : ileride duran ve görünen şey ("Ta orada." gibi)
taktakbağa : kaplumbağa
tapırtı (tıpırtı) : tıkırtı, ayak sesi vb. gürültü
tara : nacak, küçük odun baltası
tarpıdak : bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde
tası tarağı toplamak : öte beriyi toplamak, eşyaları toplamak
tatar : yoğurtlu kızartma, yoğurtlama
tavlamak : bir şeyi istenilen nem düzeyinde tutmak için işleme tabi tutmak
tavlı : besili
tavsamak : zamanı geçmek
tavşan topu : salep bitkisinin iri köklü bir türü
tebelleş olmak : zamanını almak, meşgul etmek; başına bela olmak
teddermek : bozucu bir şekilde ittirip kaktırmak
tedmek : azarlamak, itip kakmak
tef : düzgün olmayan, ters
tefdon : donu düşük, donu üzerinde düzgün durmayan (genelde çocuk sıfatı)
tefek : üzüm asmalarının, bağlarının kollarında baharda çıkan yeni filiz
tehnel : defne ağacı
tek dur! : uslu dur!
tekne : ahşaptan oyulmuş içinde hamur yoğurulan leğen; ahşaptan oyulmuş içinde çamaşır yıkanan dikdörtgen şeklindeki leğen
teltor : ana unsuru közleşmiş patlıcan olan ekşili salata
temelli : geri dönülemez biçimde, tümden, tamamen 
tepesi delik : akılsız
terkisalat : görgüsüz, ahlaksız
tesbermek / tesbermek : beklenmeyen bir korku anında yüzü solmak (insan); sıcaktan kurumaya, çatlamaya başlamak (toprak)
tetenlemek : sendelemek, elden ayaktan düşmek 
tettirmek : ittirmek, elinin tersiyle ötelemek
tıkmak : bir yere kapatmak
tıngır elek tıngır saç : bomboş
tırkı : kapının, pencerenin dışarıdan açılmasını engellemeye yarayan ve çengele benzeyen küçük aygıt
tırsmak : ürkmek, pusmak
tilkinin bakır sıçtığı yer : uzak, ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez yer
tilkişen : doğadan toplanan, yumurta ve soğan ile kavrularak yenen filiz biçiminde bir bitki
tingil tepe : en tepe
tingil tingil : zıplaya zıplaya, düzensiz
tingildemek / tingildek : zıplayarak oynamak / zıp zıp zıplayan, oynak
tinkos : açıkgöz ve sevimli (çocuk)
tokat : başıboş hayvanların köy korucusu tarafından toplanıp kapatıldığı yer; şamar; dolandırma
topan : yumruk büyüklüğü kadar ("Bir topan ekmeğe muhtaç oldu." gibi); kısa boylu; yuvarlak
toparlak : yuvarlak
toykurmak (çemkirmek) : hiddetli bir şekilde eleştirmek, hakaret etmek
tumturaklı : ağırlığı olan, oturaklı, gösterişli
turkmak / turkutmak : takılmak ("Yemek boğazıma turktu." gibi) / kapı kancasını takmak, bir kenara koymak ("İleride gerekebilir diye bir kenara turkutmuştum (koymuştum)." gibi)
turşumak / turşu satmak : yüzünü ekşitmek, suratını asmak
tutam : avuç içinde tutulabilen miktar, demet (bir tutam çiçek, bir tutam toprak)
tutugeç : genelde sıcak cisimleri tutmak için kullanılan bez parçası
tünek : yerden yükseğe yapılmış kümes
tünemek : yerden yüksekçe bir yerde çömelir vaziyette durmak
tüttürgeç : sigara
uruf : arife ve kandil günleri dağıtılan çerez ve şekerli yiyecekler
uyuntu : mızmız
üğürmek / üğürtmek : dişi hayvanın erkeği tarafından döllenmesi / dişi hayvanın erkeği tarafından döllenmesini sağlamak
ümük / ümüklemek : boğaz / boğazlamak
ünlemek : bağırır şekilde, yüksek sesle çağırmak
ünüfan : kızılca kıyamet ("Parasını alamayınca ünüfanı kopardı." gibi)
ürkmek : irkilmek, korkmak
üstdon : kadınların giydiği şalvar
üstlük : kadınların ev dışına çıkarken başlarına aldıkları büyükçe örtü
üvendire : sabanı çeken hayvanı dürtmek için kullanılan ucu sivri ya da çivili uzun değnek
yacanmak : çekinmek, kaçınmak, sakınmak
yağşanmak : söylenmek
yal : hayvanın iştahını açmak için verilen az miktardaki yiyecek ya da su
yalak : hayvanların su içmesi için yapılmış, ayrılmış küçük havuz ya da kap
yalap şalap : baştan savma, üstünkörü, yarım yamalak
yalınkat : tek kat ("Yalınkat giyinme; üşütürsün." gibi)
yamru yumru : eğri büğrü
yanılıp yasılmak : yaptığı yanlışlığı anlayıp utanmak ve üzülmek
yantiri : ters, eğri, doğru düzgün olmayan
yapışmak : tutunmak, kenetlenmek
yargın : sırt, sırt bölgesi
yarmak : bir şeyi enlemesine ikiye ayırmak (tahtayı yarmak); tahılı öğütmek, ufalamak (arpayı yarmak); süttek kesmek (buzağıyı yarmak)
yasdıgeç : üzerinde yufka açılan yuvarlak ahşap sini
yasılmak : eğilmek, ezilip büzülmek ("Utancımdan yasılıp kaldım." gibi)
yasmak : eğmek, yere yakın duruma getirmek, düzleştirmek ("Ağacın dalını yasarker kırdı." gibi)
yataklamak : yatırmak, hayvanları ağıl, ahır ve kümeslerine yerleştirmek
yavan : tatsız, tuzsuz
yavsı : büyükbaş hayvanları ısıran bir cins sinek
yavuklu : nişanlı
yaylan : sığ, derin olmayan (dere, göl, deniz vb. için)
yayvan : derin olmayan (kazan, leğen, çömlek vb. için)
yekinmek : doğrulmak, olduğu yerden ayağa kalkmak
yelep yelep : arkaya arkaya
yemeği (ocağa) vurmak : yemeği pişmek üzere ateşe koymak
yenilçek / yenilçeklik : tartıda hafif, davranışta hafif / sululuk yapmak
yepeşlemek : el ile hafif hafif birinin sırtına, omuzuna, dizine vurmak (sevgi gösterisi)
yer evi : köylerde tek katlı ve tek odalı olarak, asıl evin bitişiğine yapılıp kapısı avluya açılan mutfak ve kiler olarak kullanılan basit bina
yerinmek : çekinmek, utanmak
yermek : küçümsemek, olumsuz eleştirmek
yılan bıçağı : bahar mevsiminde çıkan mor çiçekli yabanıl bitki
yılık : eğri, düz olmayan
yılmak / yılgın : cesaretini kaybetmek / cesaretini kaybetmiş
yiyinti : isteyen herkes tarafından ve kolaylıkla hakkı yenen, avanak, hakkına sahip çıkamayan
yörük : yürüyen, gezen, göç eden, göçebe
yörümek : yürümek
yular : at, eşek gibi evcil hayvanların boynuna ya da başına bağlanan ve onları yönlendirmeye yarayan ip
yummeci geviş yapmak : anında, nefes bile almadan yiyip yutmak
yüklü : hamile
yüklük : yatak, yorgan konulan yer
yüksünmek : kendine yük saydığı bir şeyden kaçınmak
yülemek : kazımak, traş etmek
yüreği tıpıldamak : korkmak, yüreği çarpmak
yüz sıkmak : ısrar etmek, ısrarla istemek
yüz yemez (bulmaz) : kabul görmez, hoş karşılanmaz
zabın : üstü başı dökük, zayıf, çelimsiz, akılsız, fersiz
zahar : başı boş olarak sağa sola koşuşturan sokak köpeği
zangırdamak : ses çıkararak titremek ve sarsılmak
zebellah : iriyarı, uzun, biçimsiz, ürkütücü görünüşlü kişi
zıngıldamak : irkilmek, uykudan sıçrayarak uyanmak, ürkmek, afallamak
zıpçık : diri, çevik; olur olmaz ortaya atılan
zıpır : avare, aylak, haylaz, haşarı, serseri, tembel, külhanbeyi
zırtaboz : sözü dinlenmez
zibek : pırasa, soğan, sarmısak gibi bitkilerde tohum aşamasında tam ortadan çıkan ve tohumları taşıyan kol, dal
ziplemek : katı ya da yumuşak bir cisme sivri, ince ya da keskin bir nesneyi saplamak, batırmak, daldırmak ("Ağaca bıçağı zipledi." gibi)
zobbudu : iri yarı kimse
zobdirik : düzgün iş yapmayan, akılsız, düşüncesiz
Hizmetlerimiz

© 2021 - Emek Taşınmaz Değerleme ve Danışmanlık A.Ş.