Sözcük / Deyim |
Anlam Açıklaması |
adı batasıca |
: |
"ölesice" anlamında bir deyim |
adı belli |
: |
"değeri/fiyatı belli" anlamında bir deyim |
ağı |
: |
zehir |
ağız eğmek |
: |
zorda kalarak, dara düşerek istemek |
ağmak, ağdırmak |
: |
iki tarafının eşit ağırlıkta olmasıyla dengeye gelen bir düzenekte hafif olan tarafın yukarı kalkması nedeniyle ağır olan tarafın aşağıya doğru sarkması |
ağnanmak |
: |
eşek, at gibi hayvanların eyer/semer yerlerini kaşımak ve belki de parazitlerden kurtulmak için yerde yaptıkları sırt üzeri sağa sola yuvarlanma hareketi |
ağzı pek |
: |
sır vermeyen, ketum |
akbalık |
: |
kefal balığı |
akbecik |
: |
bembeyaz, pırıl pırıl, apaçık bir biçimde |
akıtma |
: |
sac üzerine akıtılan cıvık hamurun üstüne önce ot, peynir vb. ve sonrasında tekrar cıvık hamur dökülüp çevrilerek yapılan börek |
akma |
: |
menengiç ağacının reçinesi |
aktargeç |
: |
sac üzerinde pişirilen ekmeği, böreği çevirmeye yarayan, fırıncı küreğine benzer ve tek elle kullanılan yassı tahtadan yapılmış gereç |
alaf |
: |
ateş, sıcaklık, alev |
alampa |
: |
iri taş, elle tutulup atılabilecek büyüklükteki taş parçası |
andırmak |
: |
anımsatmak, çağrıştırmak |
anırmak |
: |
eşeğin arka arkaya bağırması |
anız |
: |
ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap |
annac / annec |
: |
karşı, karşı taraf, karşı cephe ("Annecime geçip bana bir sürü kötü söz söyledi." gibi) |
apışmak / apışıp kalmak |
: |
bacakları açmak, büyük bir adımla ileriye ya da yana doğru meyillenmek / ne yapacağını kestirememek, şaşırmak (metafor) |
arık |
: |
küçük su yoluna benzer fide dikilen topraktan kanallar |
arlamak |
: |
verimsiz, yaramaz ya da gereksiz dallarını keserek ağacın dallı ve yapraklı bölümünü seyreltmek, temizlemek |
aş |
: |
bulgur pilavı |
avkılamak |
: |
avuçlayarak çitilemek, ovalamak, sıkıştırmak; (metafor: altına alarak bir kişiyi örselemek, hırpalamak) |
avkırmak |
: |
avuçlayarak ufalamak, kırmak, ezmek; (metafor: altına alarak bir kişiyi örselemek, hırpalamak) |
aynalı dolap |
: |
gardrop |
azıcıkdan |
: |
az sonra ("Azıcıktan babam gelecek." gibi) |
bakır |
: |
tenekeden yapılmış su kovası |
balkan |
: |
balta girmemiş olarak tanımlanan, karmakarışık ve aynı zamanda sarp ormanlık alan |
banım |
: |
bir öğünlük sulu yemek |
banmak |
: |
bandırmak, batırmak, yemeğin suyuna ekmeği batırmak |
barak |
: |
kertenkele |
bardak |
: |
topraktan yapılmış küçük su testisi |
barışmak |
: |
onuşmak; bir işin, bir alışverişin yapılması konusunda anlaşma yapmak ("Tarlayı barıştım (ortağa verdim)."gibi) |
baylan |
: |
çıtkırıldım, dayanıksız, nazlı kimse |
beddedek |
: |
aniden, saygısızca, dangalakça |
belemek |
: |
boyamak, her yerine sürmek; (metafor: yerlerde sürünür duruma getirinceye kadar dövmek) |
belermek |
: |
(gözleri) faltaşı gibi olmak ve bu biçimde öfkeli bakmak |
belertmek |
: |
gözü iyice açarak bakmak (alt göz kapaklarını aşağı çekip bakmak, gözlerini belertmek) |
bengildemek |
: |
şaşkınlıkla karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek, uykudan sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak |
berenarı |
: |
gelişigüzel, üstünkörü, şöyle böyle, az çok, biraz |
bertmek / bertilmek |
: |
(vücutta bir yer) incinmek, burkulmak, berelenmek |
beslenki |
: |
evlatlık, hizmetçi |
birinde |
: |
eskiden, oldukça önceki günlerden birisinde |
borsamak / borsak |
: |
cinsel açlığını dışa vurmak, çiftleşmek istemek (hayvanlar için) / cinsel açlığını dışa vuran, çiftleşmek isteyen (hayvanlar için) |
bozuk |
: |
(mevsim) sonbahar; bozulmuş olan |
bön |
: |
saf, avanak, ahmak, afallamış, sersemlemiş |
börtmek / börttürmek |
: |
haşlanmak, haşlanmış gibi pörsümek, sıcaktan çok etkilenmiş olmak, sıcaktan kıpkırmızı olup bunalmak / haşlamak |
börttürme |
: |
sebze haşlanması (börülce börttürmesi gibi) |
bulamaç |
: |
süt, un ve şeker ile yapılan cıvık kıvamlı bir tatlı |
bulamak |
: |
bir şeyi un halindeki bir nesneyle kaplamak |
buzmak, buymak |
: |
üşümek |
bürlenmek |
: |
giyinmek, örtünmek / kapanmak |
bürümcek, bürlengeç |
: |
örtü, büyük baş örtüsü, çarşaf vb. |
bürümcekli |
: |
(kadın) kapalı, örtünmüş |
canavar |
: |
kurt |
canıma minnet |
: |
ortaya çıkan sonucun uygun görülmesi, benimsenmesi |
cascavlak |
: |
ağaçsız, kel yer, çıplak yer |
cımcırmak |
: |
çimdiklemek |
cıngar |
: |
kavga, gürültü patırtı |
cırık |
: |
civciv |
çakmak taşı |
: |
kristalleşmiş beyaz doğal taş |
çalgı / çalgıcı |
: |
düğün yapmaya yarayan cümbüş, keman gibi müzik aletleri / düğünlerde müzik aletlerini çalanlar |
çalmak |
: |
sürmek ("Yüzüne krem çaldı." gibi); vurmak ("Bir tokat çaldım." gibi); hısızlık yapmak |
çaykıma |
: |
çıvık hamur, çökelek ve çeşitli otların karışımıyla tepsi içinde fırında yapılan börek türü |
çekişmek |
: |
karşılıklı inatlaşmak, birbiriyle ilgili olumsuz tavır ve davranış içinde olmak |
çelenger |
: |
gezici hırsızlar, köyleri dolaşıp hırsızlık yapanlar |
çelermek |
: |
yeşermek |
çelik |
: |
kadınların saçlarını toplu tutmak amacıyla kullandıkları, kulakları açıkta bırakan küçük baş örtüsü |
çember |
: |
yazma, yemeni |
çemilemek / çemilenmek |
: |
kolları ve/veya paçaları sıvamak / hırsla işe koyulmak, işe başlamak |
çemkirmek (toykurmak) |
: |
hiddetli bir şekilde eleştirmek, incitici sözler söylemek |
çerçi |
: |
gezici köy satıcısı |
çerçöp |
: |
ıvır zıvır şeyler |
çıkın |
: |
küçük bohça, içinde erzak bulunan küçük bohça |
çıkışma / çıkışmak |
: |
birinin üstüne gitmek, göz dağı vermeye çalışmak ("Babası çıkışınca susmak zorunda kaldı." gibi) |
çılbır |
: |
yoğurtlu yumurta yemeği |
çılgızsız |
: |
sınır tanımaz, cıvık davranışları nedeniye sınırları zorlayan, rahatsızlık veren |
çımkı |
: |
en fazla serçe parmağı kalınlığında ve uzunca değnek |
çımkırmak |
: |
hapşırmak, sümkürmek |
çımkışma |
: |
ince uzun bir değnek ya da cisimle vurulan vücuttaki yerin hafif kızarması ya da kaparması |
çımkıştırmak |
: |
ince uzun bir değnek ya da cisimle başkasına ya da bir hayvana şiddetli olmaksızın birden çok vurulması |
çıngırdak |
: |
hayvanlara takılan küçük çan |
çırgancık |
: |
ağustos böceği, cırcır böceği |
çırgınmak |
: |
bağırmak, feryat etmek |
çırpıştırmak |
: |
bir işi gelişi güzel halletmek; herhangi bir canlıya rastgele vurmak |
çırpmak |
: |
silkmek, silkelemek; badanalamak |
çıtlık |
: |
menengiç ağacı ve meyvesi |
çıvmak / çıvgın |
: |
zıplamak, çok hızlı biçimde bir yerden başka yere geçmek / çok hareketli, ne yapacağı belli olmayan, aklına geleni yapan |
çilbir |
: |
yular |
çile |
: |
sıkıntı; yün, pamuk vb. iplik demeti; dış görünüş ("Koyunların çilesi iyi." gibi) |
çilemek |
: |
serpiştirmek ("Yağmur çiliyor." gibi) |
çintmek |
: |
ince ince doğramak, dilimlemek |
çitim |
: |
üzüm salkımından koparılmış küçük parça |
çitir |
: |
kıvırcık (çitir saç); küçük ve kıvırcık yapraklı bodur bir ağaç türü |
çotağını çıkarmak |
: |
ağacın tüm dallarının kesip çıplak bırakmak; kolunu kandını kırarcasına birini dövmek |
çotak / çotamak |
: |
tüm dalları, kolları kesilmiş olan / ağacın tüm dallarının kesilip çıplak bırakılması; kolunu kandını kırarcasına birini dövmek |
çömçöm |
: |
küçük ve pembe renkli bir tür kertenkele |
çöpelli |
: |
hoş görülmeyen, karışık konularla ilintisi olan kimse; içine çöp parçaları karışmış sıvı |
dadarsız |
: |
kaba, dengesiz, yeteneksiz (insanlar için kullanılan "Eşek (dadarsız) adam." gibi) |
dalamak |
: |
bir nesnenin vucutta kaparmaya, kızartıya neden olması ("Isırgan otu elimi daladı." gibi); bir kişinin kızgınlığını çevresindeki insanlara yansıtması |
dalgan |
: |
ısırgan otu |
dam |
: |
hapishane; çeşitli alet ve malzemelerin konulduğu, hayvanların kapatıldığı basit bina; evin çatısı |
darı |
: |
mısır |
dasdar |
: |
çok dar |
davulunun önünde oynanmaz |
: |
bir dediği diğerini tutmayan, çabuk ve kolay fikir değiştiren ("Onun davulunun önünde oynanmaz." gibi) |
davun |
: |
baş belası, dert (insanlar için; "Bu adam başımın davunu." gibi) |
davuştu |
: |
bir yerde insan bulunduğunun belirtisi olan ve yakın mesafeden duyulabilen sesler, hafif gürültüler |
dayak |
: |
payanda |
dayak atmak |
: |
dövmek |
delice |
: |
yabani zeytin ağacı |
delimen tersimen |
: |
ne yaptığını bilmez durumda olan |
delimsirek |
: |
akılsızca, delicesine |
dellah olmak |
: |
izinsiz ve beklenmedik bir biçimde girmek, gitmek, davranmak |
demediği bırakmamak |
: |
ağzına geleni söylemek |
demişek |
: |
yaramaz, şımarık |
desdümbek |
: |
darbuka |
deşinmek |
: |
bulunduğu yeri eşelemek, deşelemek |
deştiman |
: |
köy bekçisi, korucu |
devrilmek |
: |
yan yatmak, yatar pozisyonda oturmak (insanlar için; "Sobanın arkasına devrilivermiştim; uyuyakalmışım." gibi) |
dıggı yarabbi |
: |
"bıktım, usandım" anlamında bir deyim |
dığan |
: |
tava |
dıkılmak |
: |
peşine takılmak, inatla kovalamak |
dıkım |
: |
ekmek ve yemeğin birlikte bulunduğu lokma |
dımdızlak |
: |
hiçbir şeyin bulunmadığı, bomboş |
dibek |
: |
içinde buğday, kahve vs. ufalanan, öğütülen kova şeklindeki genellikle ahşap ya da taş aygıt |
dikme |
: |
zeytin fidanı |
dilme |
: |
dilimlenir biçimde üzerinde kesikler oluşturulmuş zeytin; uzun dikdörtgen şeklindeki tahta parçası |
dilmek |
: |
dilimlere ayıracakmış gibi derin olmayan kesikler oluşturmak |
dirgen |
: |
harmanda sapları bir yerden başka yere atmaya yarayan, kürek boyutundaki çatala benzer alet |
ditmek |
: |
didik didik etmek, liflerine ayırmak |
dolman |
: |
toprağın yüzeye yakım bölümünde yetişen patates benzeri yenilebilir bir tür mantar |
dölek |
: |
ham kavun |
dumağı |
: |
nezle, soğuk algınlığı |
düdük gibi |
: |
dar, küçük |
dümbürdüdük |
: |
bozuk, kullanışsız; alay konusu edilebilecek kadar eğreti |
düve |
: |
doğurmamış dişi sığır |
düver |
: |
kalın ağaç direk, ağaçtan kiriş |
efil efil |
: |
serin ve havadar |
eğlenmek |
: |
bir kişinin bir kusuru ya da zayıflığı ile dalga geçmek, körlük etmek; bir yerde durmak, beklemek, oyalanmak; neşeli, hoşça zaman geçirmek |
el nasırı olmak |
: |
kendisiyle ilgilenmek istemeyen birilerinin bakımına muhtaç kalmak, yük olmak |
elmalık |
: |
eski evlerde odaların duvarlarına çepeçevre yapılan, tencere ve tabakların sıra sıra konulduğu tavana yakın süslü raf |
elüş |
: |
elbirliği |
ende |
: |
elindeki, yanındaki |
erinmek |
: |
üşenmek |
esereli |
: |
hastalıklı |
eski |
: |
kurulama bezi, el bezi |
etmediğini bırakmamak |
: |
elinden gelen her türlü zorluğu çıkarmak, kötülük yapmak |
evermek |
: |
evlendirmek |
evinli / evinsiz |
: |
özlü, dolgun, içi dolu, anlamlı / özü olmayan, dolgun olmayan, içi boş, anlamsız |
eyyak |
: |
"pis", "kötü kokulu" anlamlarında tepkisel söz |
fısık |
: |
havası sönük (havası kaçmış lastik gibi) |
fışkı |
: |
hayvan dışkısı |
fıydırmak |
: |
ileriye atmak, fırlatmak |
fıykırık |
: |
parmaklar ve dudakların birlikte kullanılması yoluyla çıkarılan yüksek tonlu ıslık sesi, güçlü ıslık |
fıymak |
: |
tüymek |
fiske |
: |
lokma tatlısı |
fistan |
: |
diz altı ya da daha aşağıya değin uzanan kadın elbisesi |
fişdeklemek |
: |
bir kişiyi başka bir kişiye karşı kışkırtmak |
fişmek |
: |
oyun bozanlık yapmak (çocuk dili) |
gadit kalmak |
: |
muhtaç duruma düşmek |
gagga |
: |
yumurta (çocuk dili) |
galgımak |
: |
oynamak, zıplamak, çok sinirlenme ya da şok geçirme dolayısıyla bilinçsizce çırpınmak |
galle |
: |
temel malzemesi parçalara ayrılmış patlıcan ya da kabak ile yağ olan yemek |
gamatayı basmak |
: |
fırça atmak, sert sözlerle uyarmak, azarlamak |
gamış |
: |
sürahi |
gamışmak (gameşmek) |
: |
ağzının suyu akmak, yüzünü buruşturmak (limon yiyen adamı görünce dişleri gameşmek) |
garmak |
: |
doyduktan, doyuma ulaştıktan sonra önünde/elinde kalanı yenemez ya da yaramaz duruma getirmek (genellikle hayvanlar için kullanılır) |
gaşak |
: |
kaşağı |
gavlanmak |
: |
derisi, kabuğu, ön yüzü güneşten ya da ateşten zarar görmek |
gayaf (kayaf) |
: |
kabzımal |
gayar / gayarlamak |
: |
küfür / küfretmek |
gayıl (olmak, gelmek) |
: |
razı (olmak, gelmek), istemese de kabul etmek |
gayneşik (gaynaşık) |
: |
yaramaz, ele avuca sığmaz |
gaysık (gaysak) |
: |
kart, taze olmayan, pörsümüş |
gazel |
: |
sonbaharda kuruyup dökülen ağaç yaprakları |
gelber |
: |
inşaat harcı karmaya yarayan kürek boyutundaki geniş ağızlı, uzun saplı çapa |
gelin alma günü |
: |
Perşembe |
gen |
: |
ekilmemiş ya da ekilemez tarım toprağı |
gevrek |
: |
simit |
gıldırgıcık |
: |
önemsiz, değersiz |
gırnap |
: |
sağlam ip, ketenden yapılmış ip |
gıygı |
: |
keman |
gıynatmak |
: |
kapıyı tam kapatmayıp azıcık aralık bırakmak |
gicimek / gicinmek |
: |
vücutta kaşınma isteğinin oluşması (sırtım gicindi gibi) / argo olarak da kullanılır ("Sen çok gicindin, doğru dur, döverim." gibi) |
gidişik / gidişmek |
: |
kaşıntı / kaşınmak |
girme |
: |
kaplıca, ılıca |
gorçunlamak |
: |
temizleyip yiyilebilir duruma getirmek (kuzunun işkembesini gorcunlamak gibi) |
gork |
: |
kuluçkaya yatmış kümes hayvanı |
gork basmak |
: |
kümes hayvanının kuluçkaya yatması |
gök |
: |
olgunlaşmamış, ham meyve |
gön |
: |
deri |
göncü |
: |
ayakkabı tamircisi, elde ayakkabı diken; ayakkabı satıcısı |
gubat |
: |
kaba, eğreti, bön |
gudubet |
: |
yarayışlı olmayan, istenmeyen, sevimsiz |
gum gum etmek (yapmak) |
: |
su ya da başka bir sıvıyı ağızda hızlıca hareket ettirmek, ağızı çalkalamak |
gübbedek |
: |
beklenmedik biçimde, aniden ("Yolda yürürken gübbedek düştü.", "Gübbedek gelip yanımıza oturdu." gibi) |
güme |
: |
çalılardan yapılan gölgelik ya da saklanma yeri |
günülemek |
: |
kıskanmak |
gürdeşmek |
: |
etrafa rahasızlık verici sesler çıkararak oynaşmak, şakalaşmak |
ha yaa / he yaa |
: |
"evet", "söylediğine katılıyorum" anlamında |
halka |
: |
susamsız kalın ve yumuşak simit; geometrik olarak daireye benzeyen |
halyoluna koymak |
: |
düzenlemek, düzeltmek |
hamıt (hamut) |
: |
pulluk ya da arabaya koşulan hayvanların boynuna geçirilen ve çekim iplerinin bağlı olduğu nesne; devenin semeri |
hampa / hampacı |
: |
bedava / bedavacı |
hamursuz |
: |
mayalanmamış hamurdan sacda yapılan ekmek |
haphapa gelmek |
: |
birden bire karşılaşmak, umulmayan bir anda karşı karşıya gelmek |
haranlı |
: |
kazandan küçük içi kalaylı tencere |
harım |
: |
etrafı derme çatma duvar, çit vb. ile çevrili küçük sebze, meyve bahçesi |
harın |
: |
doymaz, doyumsuz, obur |
hatıl |
: |
yığma binalarda çatının ve ahşap birinci kat tabanının yatay taşıyıcı direği |
havıt |
: |
doğal ortamda akan suyun önüne belli ölçüde set çekilerek kullanım için birikmesini sağlamak üzere oluşturulan küçük havza |
havkırmak |
: |
havlamak |
havrız |
: |
metal çömlek |
hayat |
: |
evin avlusu |
hayta |
: |
serseri, başıboş gezen |
hayvan yaymak |
: |
hayvan otlatmak |
hınkırmak |
: |
burnunu temizlemek için şiddetlice sümkürmek |
hiçinsemek |
: |
değer vermemek |
hobazırmak |
: |
kanı bitlenmek, kendini bir şey sanmaya başlamak |
hora geçmek |
: |
işe yaramak, istenilir olmak |
hökenli |
: |
rahat nefes alıp veremeyen insan (astımlı) |
humen |
: |
beyaz patiska kumaşı |
ılı |
: |
ürpertici, korku veren |
ımsık |
: |
sümsük, sünepe |
ımzamak / ımzamış |
: |
yemeğin bozulması / bozulmuş (yemek) |
ırak |
: |
uzak |
ırgalamak |
: |
toprağa dikili ya da durağan bir nesneyi sallamak; etkilemek (metafor: "Bu durum beni ırgalamaz / etkilemez." gibi) |
ısıran |
: |
sac üzerinde pişen ekmeği, böreği çevirmeye ya da hamur teknesini sıyırmaya yarayan el aracı |
ikircikli |
: |
kararsız, arada kalmış |
ilenç |
: |
beddua |
ille |
: |
ısrarla, zorla |
iltirse |
: |
arpacık |
immana |
: |
bir sürü, pek çok, birçok |
in |
: |
çukur, mağara |
ingasdan |
: |
yalancıktan |
ini |
: |
kocanın erkek kardeşi |
ireng etmek |
: |
iş kesmek, eziyet etmek, cefa çektirmek |
irim |
: |
çalılıkların arasından geçen ıssız, kuytu patika |
irim şeytanı |
: |
sinsi, tehlikeli, sevimsiz insan |
isbirte |
: |
kibrit |
işlik |
: |
gömlek |
kaba |
: |
iri taze incir; poponun herbir yanı; nezaketsiz |
kakılı |
: |
bol miktarda, gereğinden fazla, dolu |
|
kakınç (takaza etmek) |
: |
başının etini yemek, sürekli önüne koymak |
kaktırmak / kakmak |
: |
ittirmek |
kalk gidelim akıllı |
: |
uçarı, her söylenene kanan |
kansırık |
: |
çıkarılan balgam |
kansırmak |
: |
boğazı temizleyerek tükürmek |
kaput |
: |
büyük palto |
katı kayıp |
: |
gelecek zor günler için saklama |
katımak |
: |
donup kalmak, kaskatı kesilmek; üşümek |
katır tırnağı |
: |
salep bitkisinin çok bulunan bir türü |
kattak |
: |
yürürken deve gibi ileri geri sallanma |
kaydırma (salındırma) |
: |
yağmur ve güneşten korunmak için oluşturulan, en az iki tarafı açık ve üstü kiremit vs. ile kapatılmış yer, sundurma |
kaykılmak |
: |
arkaya doğru iyice yaslanmak, yayılmak |
kaynatma |
: |
yayvan ve içi kalaylı kazan |
kayrak |
: |
insan gücüyle kaldırılıp taşınabilen yassı taş |
kaytarmak |
: |
yapılacak iş varken ortadan kaybolmak |
keh |
: |
kenar, köşe, uç |
kel |
: |
kem, kötü; saçları olmayan; üzerinde ağaç olmayan arazi |
keletir |
: |
kargı ya da hayıttan yapılmış iki kulplu büyük sepet |
kelli |
: |
öyleyse, bundan böyle, bu aşamadan sonra anlamında bir söz ("Sen istedikten kelli, ben dağları deviririm." gibi) |
keme |
: |
fare |
kerkmek |
: |
birisine (bir şeye) rahatsızlık verici bir biçimde dayanmak |
kertik |
: |
katı bir nesne oluşturulan çizik, iz, küçük çukur |
kesme |
: |
zeytin ağacından budanan dallar |
kevki |
: |
tas olarak kullanılan su kabağı |
kevkik / kevkmiş |
: |
eğri, yamuk konumda duran, yerine oturmamış ("Tencerenin kapağı kevkik/kevkmiş." gibi) |
kıkırdak (kikirdek) |
: |
gevrek gevrek gülen |
kıkırdamak (kikirdemek) |
: |
gevrek gevrek gülmek |
kıpırdak |
: |
kıpır kıpır, hareketli |
kıran |
: |
hastalık, dert, bela |
kıranlı |
: |
başa bela, dert getiren kişi |
kırık |
: |
sevgili |
kırık kırtık |
: |
ayrıntı sayılabilecek önemsiz şeyler, ayrıca adının belirtilmesine gerek görülmeyen, öte beri |
kırkmak |
: |
tüy, saç, bez kesmek |
kırktokmak |
: |
bir tür çökelek |
kısınmak |
: |
eldeki varlıkları tutumlu kullanmak, az tüketmeye çabalamak |
kısmak |
: |
azaltmak |
kıstırmak |
: |
etrafını çevreleyerek kaçamayacak duruma getirmek, dar alanda bırakmak; iki taraflı sıkıştırmak |
kıyıya dayamak |
: |
yapabilme, başarabilme gücü bırakmamak |
kıyıya dayanmak |
: |
yapabilme, başarabilme gücü kalmamak |
kızan |
: |
çocuk |
kilit |
: |
tarlada sulamayı kolaylaştırmak için yapılan bölümlerden herbiri; bir yere girişi engelleyen aygıt |
kiren |
: |
kızıl toprak |
kişelemek / kişlemek |
: |
kovalamak ("Avluya giren tavukları kişeledim." gibi) |
kopil |
: |
küçük |
koruk |
: |
olmamış, ham üzüm |
koşum(lar) |
: |
saban ya da fayton ile hayvanın bağlantısını sağlayan aygıtlar |
koygun |
: |
iyice yer edinmiş, ağırlığını koymuş, güçlü, koyu |
körlük (etmek) |
: |
eziyet (etmek), dalga geçmek |
kötürüm |
: |
bacaklarındaki sakatlık nedeniyle yürüyemeyen |
köz |
: |
kor |
kulunç |
: |
kürek kemiği üzerindeki kasların ağrıması durumu |
kupa |
: |
büyükçe çay bardağı, saplı su bardağı |
kurcalamak |
: |
karıştırmak, orasını burasını oynamak |
kursağı kaynamak |
: |
midesi ekşimek |
kurum |
: |
is, isin kalıntısı |
kurumsamak |
: |
canı istemek |
kuskun |
: |
eğer ya da semerin öne kaymasını engellemek için eşeğin/atın kuyruk altından dolanan eğere, semere bağlı yatay kordon |
kuyruklu |
: |
akrep |
küldürüm |
: |
gök gürlemesi |
küllük |
: |
evin avlusunda ya da sokakta çöplerin döküldüğü, toplandığı köşe, çöplük |
küllür |
: |
sacda yapılan tabak büyüklüğündeki yuvarlak ve yassı ekmek |
külüstür |
: |
harap, eski, her yeri dökülen |
künk |
: |
toprak ya da metal su borusu |
kürbet |
: |
bağ, bahçelerde dört direk üzerine kurulan ve genelikle üzerinde yatılan ahşap teras |
küskü (tüskü) |
: |
kapı sürgüsü; demir kazık |
lav lav |
: |
boş laf |
lavgar |
: |
geveze, boş konuşan |
lellenki |
: |
mücber |
lombadak |
: |
tepeden inme |
macca |
: |
iltihaplı yara |
mal |
: |
büyükbaş hayvan |
mataf |
: |
yapılan bir eylem sonucu ortaya çıkarılan şey, sonuç (metafor: "Matafını görelim." gibi) |
mavrı |
: |
buruk, ekşi, kekremsi tat |
mayasıl |
: |
hemoroid |
menculus |
: |
topluluk, bir tören için bir araya gelmiş insanlar |
mıccık |
: |
elinden iş çıkmayan, beceriksiz |
mıhlama |
: |
yumurtalı soğan kavurması |
mırın gırın etmek |
: |
söylenip durmak |
mıymıntı |
: |
karşısındakinin sabrını tüketecek kadar yavaş eylem ya da söylemde bulunan |
murt / murtdan |
: |
beleş, bedava / bedavadan, beklenmeden gelen |
muş olmak |
: |
berabere kalmak, yenişememek |
muştu |
: |
müjde, güzel haber |
muştuluk |
: |
güzel haber getirene verilen hediye |
naha |
: |
mutlaka olması istenen olumsuz şeylerden önce söylenen bir söz |
namazla |
: |
seccade |
neh |
: |
söyleneni/yapılanı hiddetle reddettiğini göstermek için kullanılan söz ("Neh sana (Al sana)." gibi) |
nehlemek |
: |
söyleneni/yapılanı hiddetle reddetmek, değersizleştirmeye yönelik davranış |
nevil nevil |
: |
fıldır fıldır ("Gözleri nevil nevil dönüyor." gibi) |
okuntu |
: |
komşu ve tanıdıkları düğüne davet etmek için gönderilen (lokum, havlu vs.) hediye, düğün davetiyesi |
omca |
: |
asma haline gelmemiş üzüm ağaçlarından herbiri |
onmak |
: |
berekete ve refaha kavuşmak |
onmaz |
: |
berekete ve refaha kavuşamaz |
onulmaz |
: |
derman bulunamaz |
onuşmak |
: |
aradaki dargınlığı bitirip bir araya gelmek, barışmak |
öcü |
: |
küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayali yaratık |
ödü sıdmak |
: |
ödü kopmak, ödü patlamak, çok korkmak |
ödünce gitme |
: |
daha sonra kendi işine yardım karşılığında başkasının işine gitme |
öl |
: |
toprağın nemi |
ölgülük |
: |
ölü evinde toplanma, ölü evine gitme |
önlük |
: |
evin girişinde bulunan, etrafı açık oda büyüklüğündeki alan, zemin terası |
öteki köy |
: |
ahiret |
öten(g) |
: |
geçen gün |
pahal |
: |
elinden geldiği halde işi yapmayan, savsaklayan |
palandız |
: |
lahana ve karnabaharın kesilmesinden sonra yerde kalan kök bölümünde oluşan süvgün, filiz |
palaspandıras |
: |
apar topar, telaş içinde |
paldım |
: |
eğeri, semeri belinin altından eşeğe, ata bağlayan bağ |
parpı / parpılamak |
: |
darbe, ağır söz / közde hafif pişirmek, közlemek; dövmek, hakaret etmek |
parsıldamak |
: |
çırpınarak inlemek |
parsımak |
: |
pörsümmek, solmak, ezilmek, diriliğini yitirmek |
partal |
: |
iyice yıpranıp yırtılmış, parçalanmak üzere olan (partal çuval, partal elbise) |
patdadak |
: |
bir sözü aniden ve biraz da tersçe söylemek |
pepe (kekeme) |
: |
dudak sesleriyle başlayan sözcüklerin ilk seslerini güçlükle söyleyen ve ancak birkaç kez yineledikten sonra arkasını getirebilen (kimse), pepeme. |
perdon |
: |
şaşkınlık ve aynı zamanda istemeyerek kabulleniş durumunda öfkeyle söylenen söz |
pes'inen perdon |
: |
yenilgi, şaşkınlık ve aynı zamanda istemeyerek kabulleniş durumunda öfkeyle söylenen söz |
peşkir |
: |
havlu |
pırçak / pırçamak |
: |
buruşuk / buruşmak |
pısmak |
: |
sinmek |
posraflamak |
: |
elden ayaktan düşmek |
pörsümek / pörsük |
: |
derisi buruşmak, solmak; tazeliğini yitirmek / derisi buruşuk, solmuş; tazeliğini yitirmiş |
sahanlık |
: |
merdivenin alt ve üst bölümlerindeki boş alan |
sakıramak |
: |
titremek |
salındırma (kaydırma) |
: |
yağmur ve güneşten korunmak için oluşturulan, en az iki tarafı açık ve üstü kiremit vs. ile kapatılmış yer |
samıt |
: |
kulağı duymayan, sağır; duyarsız |
samra / samralık |
: |
organik gübre / hayvan dışkılarının biriktirildiği yer |
sapansız |
: |
tutarsız ve düzensiz davranışlar gösteren, saçmalayan |
sapır supur |
: |
ilgisiz, rastgele |
sapıtmak |
: |
olağanın dışında davranışlar göstermek, şaşırmak |
sarıbalık |
: |
sazan |
sefte |
: |
ilk olan |
sıdırma |
: |
gerek kuvvet göstererek, gerek korkutarak caydırma; yağda pişirilen yumurta |
sıdmak |
: |
patlamak, kopmak ("Ödüm sıddı." gibi) |
sırtarmak |
: |
terslemek, azarlamak |
sıtkı sıyrılmak |
: |
soğumak, gücenmek, gözünden düşmek |
sıtratsız |
: |
suratsız, çirkin, sevimsiz |
sıygın |
: |
rüzgarın etkisiyle saçak altına ulaşan yağmur damlaları |
sıyırtmak / sıyırttırmak |
: |
belli belirsiz değerek geçmek |
sıyma (dilme) |
: |
dilimlenir biçimde üzerinde kesikler oluşturulmuş zeytin |
sıymak |
: |
arpanın, buğdayın kaşıntı ve vücutta kaparmaya neden olması; kedi, köpek gibi hayvanların işeme hareketi |
sinmek |
: |
saklanmak, sakin durmak, korkmak |
sokum |
: |
lokma |
soluk (nefes) darlığı |
: |
astım |
söbe |
: |
oval, ovalleşmiş, şiş şiş |
susak |
: |
gelip geçenin su içmesi için su kaynaklarına, pınarlara konulan tahtadan ya da asma kabağından yapılmış su tası |
suya girinmek |
: |
banyo yapmak |
sümsük |
: |
yaltaklanan, uyuşuk, beceriksiz |
sündürmek / sünmek |
: |
çekip uzatmak, yere yapışır duruma getirmek / bulunduğu yere yapışmış gibi, hareketsiz yatma |
sünepe |
: |
sindirilmiş, halsiz, üstü başı dökük |
süsmek |
: |
tos yapmak, toslamak |
süven |
: |
insan boyuna yakın uzunlukta ve bilek kalınlığında odun parçası |
süvgün (sürgün) |
: |
ağaçta, bitkide kesilen dallarının yanından yeni çıkan dallar |
süymek |
: |
(bitki) göz vermek, yeşermek, gelişip büyümek |
şatır |
: |
şirin, sevimli çocuk ya da genç kadın |
şatır şoppak |
: |
kendisini nitelikli, iyi, güzel gördüğü ima edilen kişinin yüzüne karşı ya da gıyabında öyle olmadığını belirtmek için söylenen söz |
şavk |
: |
ışık, ışık vermek |
şırkmak |
: |
düzeltilmesi zor hale getirmek; aşırı dövmek, kolunu kanadını kırmak, dermansız hale getirmek |
şıvşak |
: |
zorda kaldığında kolayca taraf değiştiren, ortadan kaybolan, kaçak güreşen, sıvışan, sıyrılan |
şibil |
: |
göz çapağı |
takaza etmek (kakınç) |
: |
başının etini yemek, sürekli önüne koymak |
takılaşmak |
: |
husumet bağlamak, sataşmak |
takkabak |
: |
ileride duran ve görünen şey ("Ta orada." gibi) |
taktakbağa |
: |
kaplumbağa |
tapırtı (tıpırtı) |
: |
tıkırtı, ayak sesi vb. gürültü |
tara |
: |
nacak, küçük odun baltası |
tarpıdak |
: |
bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde |
tası tarağı toplamak |
: |
öte beriyi toplamak, eşyaları toplamak |
tatar |
: |
yoğurtlu kızartma, yoğurtlama |
tavlamak |
: |
bir şeyi istenilen nem düzeyinde tutmak için işleme tabi tutmak |
tavlı |
: |
besili |
tavsamak |
: |
zamanı geçmek |
tavşan topu |
: |
salep bitkisinin iri köklü bir türü |
tebelleş olmak |
: |
zamanını almak, meşgul etmek; başına bela olmak |
teddermek |
: |
bozucu bir şekilde ittirip kaktırmak |
tedmek |
: |
azarlamak, itip kakmak |
tef |
: |
düzgün olmayan, ters |
tefdon |
: |
donu düşük, donu üzerinde düzgün durmayan (genelde çocuk sıfatı) |
tefek |
: |
üzüm asmalarının, bağlarının kollarında baharda çıkan yeni filiz |
tehnel |
: |
defne ağacı |
tek dur! |
: |
uslu dur! |
tekne |
: |
ahşaptan oyulmuş içinde hamur yoğurulan leğen; ahşaptan oyulmuş içinde çamaşır yıkanan dikdörtgen şeklindeki leğen |
teltor |
: |
ana unsuru közleşmiş patlıcan olan ekşili salata |
temelli |
: |
geri dönülemez biçimde, tümden, tamamen |
tepesi delik |
: |
akılsız |
terkisalat |
: |
görgüsüz, ahlaksız |
tesbermek / tesbermek |
: |
beklenmeyen bir korku anında yüzü solmak (insan); sıcaktan kurumaya, çatlamaya başlamak (toprak) |
tetenlemek |
: |
sendelemek, elden ayaktan düşmek |
tettirmek |
: |
ittirmek, elinin tersiyle ötelemek |
tıkmak |
: |
bir yere kapatmak |
tıngır elek tıngır saç |
: |
bomboş |
tırkı |
: |
kapının, pencerenin dışarıdan açılmasını engellemeye yarayan ve çengele benzeyen küçük aygıt |
tırsmak |
: |
ürkmek, pusmak |
tilkinin bakır sıçtığı yer |
: |
uzak, ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez yer |
tilkişen |
: |
doğadan toplanan, yumurta ve soğan ile kavrularak yenen filiz biçiminde bir bitki |
tingil tepe |
: |
en tepe |
tingil tingil |
: |
zıplaya zıplaya, düzensiz |
tingildemek / tingildek |
: |
zıplayarak oynamak / zıp zıp zıplayan, oynak |
tinkos |
: |
açıkgöz ve sevimli (çocuk) |
tokat |
: |
başıboş hayvanların köy korucusu tarafından toplanıp kapatıldığı yer; şamar; dolandırma |
topan |
: |
yumruk büyüklüğü kadar ("Bir topan ekmeğe muhtaç oldu." gibi); kısa boylu; yuvarlak |
toparlak |
: |
yuvarlak |
toykurmak (çemkirmek) |
: |
hiddetli bir şekilde eleştirmek, hakaret etmek |
tumturaklı |
: |
ağırlığı olan, oturaklı, gösterişli |
turkmak / turkutmak |
: |
takılmak ("Yemek boğazıma turktu." gibi) / kapı kancasını takmak, bir kenara koymak ("İleride gerekebilir diye bir kenara turkutmuştum (koymuştum)." gibi) |
turşumak / turşu satmak |
: |
yüzünü ekşitmek, suratını asmak |
tutam |
: |
avuç içinde tutulabilen miktar, demet (bir tutam çiçek, bir tutam toprak) |
tutugeç |
: |
genelde sıcak cisimleri tutmak için kullanılan bez parçası |
tünek |
: |
yerden yükseğe yapılmış kümes |
tünemek |
: |
yerden yüksekçe bir yerde çömelir vaziyette durmak |
tüttürgeç |
: |
sigara |
uruf |
: |
arife ve kandil günleri dağıtılan çerez ve şekerli yiyecekler |
uyuntu |
: |
mızmız |
üğürmek / üğürtmek |
: |
dişi hayvanın erkeği tarafından döllenmesi / dişi hayvanın erkeği tarafından döllenmesini sağlamak |
ümük / ümüklemek |
: |
boğaz / boğazlamak |
ünlemek |
: |
bağırır şekilde, yüksek sesle çağırmak |
ünüfan |
: |
kızılca kıyamet ("Parasını alamayınca ünüfanı kopardı." gibi) |
ürkmek |
: |
irkilmek, korkmak |
üstdon |
: |
kadınların giydiği şalvar |
üstlük |
: |
kadınların ev dışına çıkarken başlarına aldıkları büyükçe örtü |
üvendire |
: |
sabanı çeken hayvanı dürtmek için kullanılan ucu sivri ya da çivili uzun değnek |
yacanmak |
: |
çekinmek, kaçınmak, sakınmak |
yağşanmak |
: |
söylenmek |
yal |
: |
hayvanın iştahını açmak için verilen az miktardaki yiyecek ya da su |
yalak |
: |
hayvanların su içmesi için yapılmış, ayrılmış küçük havuz ya da kap |
yalap şalap |
: |
baştan savma, üstünkörü, yarım yamalak |
yalınkat |
: |
tek kat ("Yalınkat giyinme; üşütürsün." gibi) |
yamru yumru |
: |
eğri büğrü |
yanılıp yasılmak |
: |
yaptığı yanlışlığı anlayıp utanmak ve üzülmek |
yantiri |
: |
ters, eğri, doğru düzgün olmayan |
yapışmak |
: |
tutunmak, kenetlenmek |
yargın |
: |
sırt, sırt bölgesi |
yarmak |
: |
bir şeyi enlemesine ikiye ayırmak (tahtayı yarmak); tahılı öğütmek, ufalamak (arpayı yarmak); süttek kesmek (buzağıyı yarmak) |
yasdıgeç |
: |
üzerinde yufka açılan yuvarlak ahşap sini |
yasılmak |
: |
eğilmek, ezilip büzülmek ("Utancımdan yasılıp kaldım." gibi) |
yasmak |
: |
eğmek, yere yakın duruma getirmek, düzleştirmek ("Ağacın dalını yasarker kırdı." gibi) |
yataklamak |
: |
yatırmak, hayvanları ağıl, ahır ve kümeslerine yerleştirmek |
yavan |
: |
tatsız, tuzsuz |
yavsı |
: |
büyükbaş hayvanları ısıran bir cins sinek |
yavuklu |
: |
nişanlı |
yaylan |
: |
sığ, derin olmayan (dere, göl, deniz vb. için) |
yayvan |
: |
derin olmayan (kazan, leğen, çömlek vb. için) |
yekinmek |
: |
doğrulmak, olduğu yerden ayağa kalkmak |
yelep yelep |
: |
arkaya arkaya |
yemeği (ocağa) vurmak |
: |
yemeği pişmek üzere ateşe koymak |
yenilçek / yenilçeklik |
: |
tartıda hafif, davranışta hafif / sululuk yapmak |
yepeşlemek |
: |
el ile hafif hafif birinin sırtına, omuzuna, dizine vurmak (sevgi gösterisi) |
yer evi |
: |
köylerde tek katlı ve tek odalı olarak, asıl evin bitişiğine yapılıp kapısı avluya açılan mutfak ve kiler olarak kullanılan basit bina |
yerinmek |
: |
çekinmek, utanmak |
yermek |
: |
küçümsemek, olumsuz eleştirmek |
yılan bıçağı |
: |
bahar mevsiminde çıkan mor çiçekli yabanıl bitki |
yılık |
: |
eğri, düz olmayan |
yılmak / yılgın |
: |
cesaretini kaybetmek / cesaretini kaybetmiş |
yiyinti |
: |
isteyen herkes tarafından ve kolaylıkla hakkı yenen, avanak, hakkına sahip çıkamayan |
yörük |
: |
yürüyen, gezen, göç eden, göçebe |
yörümek |
: |
yürümek |
yular |
: |
at, eşek gibi evcil hayvanların boynuna ya da başına bağlanan ve onları yönlendirmeye yarayan ip |
yummeci geviş yapmak |
: |
anında, nefes bile almadan yiyip yutmak |
yüklü |
: |
hamile |
yüklük |
: |
yatak, yorgan konulan yer |
yüksünmek |
: |
kendine yük saydığı bir şeyden kaçınmak |
yülemek |
: |
kazımak, traş etmek |
yüreği tıpıldamak |
: |
korkmak, yüreği çarpmak |
yüz sıkmak |
: |
ısrar etmek, ısrarla istemek |
yüz yemez (bulmaz) |
: |
kabul görmez, hoş karşılanmaz |
zabın |
: |
üstü başı dökük, zayıf, çelimsiz, akılsız, fersiz |
zahar |
: |
başı boş olarak sağa sola koşuşturan sokak köpeği |
zangırdamak |
: |
ses çıkararak titremek ve sarsılmak |
zebellah |
: |
iriyarı, uzun, biçimsiz, ürkütücü görünüşlü kişi |
zıngıldamak |
: |
irkilmek, uykudan sıçrayarak uyanmak, ürkmek, afallamak |
zıpçık |
: |
diri, çevik; olur olmaz ortaya atılan |
zıpır |
: |
avare, aylak, haylaz, haşarı, serseri, tembel, külhanbeyi |
zırtaboz |
: |
sözü dinlenmez |
zibek |
: |
pırasa, soğan, sarmısak gibi bitkilerde tohum aşamasında tam ortadan çıkan ve tohumları taşıyan kol, dal |
ziplemek |
: |
katı ya da yumuşak bir cisme sivri, ince ya da keskin bir nesneyi saplamak, batırmak, daldırmak ("Ağaca bıçağı zipledi." gibi) |
zobbudu |
: |
iri yarı kimse |
zobdirik |
: |
düzgün iş yapmayan, akılsız, düşüncesiz |